15 Temmuz 2014 Salı

Gaston Leroux - Operadaki Hayalet


1 yorum:

  1. Gaston Leroux’un Operadaki Hayalet’ini gerek kitabıyla gerekse filmleriyle birçoğumuz duymuştur. Filmlerinden birini izlemiş olanlarımız olabilir ancak kitabı okuma fırsatını sanırım dikkatkitap aracılığıyla bulduğumuzu söyleyebilirim. Ben kitabı bitirip hemen ardından 2004 yılında sinemaya uyarlanan ve Joel Schumacher tarafından yönetilen filmi izledim. Kitaptan bahsettikten sonra kısaca da filme değinmek istiyorum.
    Yazar kitaba bir öndeyiş ile okuyucuyu operanın hayaletinin varlığına inandırmak üzere bilgilendirme ile başlıyor (Bu bölümü defalarca okumama rağmen kitap bittikten sonra geri dönüp tekrar okuduğumda anladım. Çünkü özellikle bahsi geçen kişileri kitap boyunca daha iyi tanımış oluyoruz). Ardından olaylar gelişmeye başlıyor.
    Kitabın üç ana kurgu üzerinde bir gelişme gösterdiğini söyleyebilirim. Bunlardan birincisi operanın idarecilerinin değişip yerlerine Firmin Richard ve Armand Moncharmin’in gelmesi ve bu dönem süresinde O.H. (Erik) ile aralarında geçen olayların olduğu kurgudur ve bu zaman diliminde operadaki çalışanların (özellikle Madam Giry ve operanın sopranosu Carlotta) başlarına gelen olaylar aktarılır.
    İkincisi ana kahramanlarımız olan Christine Daae ile Chagny Vikontu Raoul arasındaki aşkın -ki bu iki karakter birbirini çocukluktan tanımaktadır- yaşandığı kurgudur. Bu süreç içinde O.H. bir müzik meleği olarak Christine'e yardım eder ve onu kendi müzik kabiliyetiyle yetiştirir ve ondan tek istediği kendisini sevmesi olur. Ancak Christine, hayalete ilk başlarda derinden bağlanmasına rağmen gerçek yüzünü gördükten sonra ondan nefret eder ve Raoul ile serüveni başlar.
    Üçüncüsü ise ve bence kitabın heyecanlı, gizemli ve en akıcı bölümlerini oluşturan Raoul ve Acem’in O.H. tarafından kaçırılan Christine’i kurtarmak üzere çıktığı yolculuktaki kurgudur. Bu anlatımlar boyunca tasvir edilen mekânsal kurgu bence son derece mükemmeldi. Özellikle aynalı oda ve içinde sanki ekvatoral bir ormanın bulunduğu oda -sonrasında bir çöle dönüşen- sıra dışıydı. Bununla birlikte opera binasının altındaki göl ve göl evi, esrarengiz kapılar ve birbirine başlı yer altı koridorları da yine insanın hayal gücünü zorlayan ve adeta o mekânlarda kendini hissetmesini sağlayan bir anlatım ile karşımıza çıkıyor.
    Özetle Leroux karşımıza gizemli ve toplumdan dışlanmış bir karakter ile çıkıp, Paris Opera Binası’nın mimarisinden de bahsederek bir aşk öyküsü ile anlatımı tamamlıyor ve bunu yaparken mekânsal kurgular ile bütünleşen bir kurgu izliyor. Bu nedenle kitap hiç sıkmadan bitirilebiliyor.
    Filme gelince o da kitap kadar başarılıydı bence. Bir opera izlenimi veren filmde de mekânsal kurgu iyi sayılırdı. Ancak kitaptaki benim üçüncü kurgu olarak bahsettiğim Acem ile Raoul’un sıra dışı serüveni filmde tam yerini bulamamış görünüyor. Yine de kitabın ardından filmin de izlenmesini tavsiye ederim.

    YanıtlaSil