16 Mart 2012 Cuma

Italo Calvino - Görünmez Kentler


5 yorum:

  1. Okuduğumuz kitaplarla ilgili yorumda bulunmak işin en zevkli kısmı olmalı aslında. Diğer okuyucuların neler düşündüklerini, okurken neler hissettiklerini burada anlamak, farklı bir gözle görülemeyenleri görmek,okunan kitapla ilgili kısımları keşfedilmemiş bir gözle bakabilmek en güzeli. O yüzden kitap seçimlerimizden sonra yorumlarımızı girdiğimiz dönemi iple çekiyorum her vakit. Talat Çelebi, lise döneminden beri tanıdığım, sevdiğim ve değer verdiğim bir dostumdur. Üniversite döneminde arkadaşlarıyla kurduğu, entellektüel bir ortam olarak başlayan bu "Dikkat Kitap" bloguna üye olup sizin gibi değerli dostlara sahip olduğum için kendimi şanslı hissettiğimi belirtmek isterim. Hele yılbaşı arifesi sizleri İstanbul'da görmek az da olsa diğer üyelerimizi tanıma fırsatı bulmak beni oldukça mutlu etti. Güzel bir oluşum içinde, güzel insanlarla güzel şeyler yapıyor olabilmenin hissiyatıyla bu yazıları yazmaktayım.

    Kitap gurubumuz dönem dönem değişikliğe gitsede 2009 yılından beri çizgisini sürdüren, benim gibi sonradan katılan okuyucularla büyüyen dostane bir topluluktur. Okuduğumuz kitapların seçiminde ne bir çıkar ne de bir amaç gütmeyiz. Dışarıdan yorumlara açık olmamamız ve kendi içimizde blog yazarı olma arzumuz bu küçük oluşumu değerli ve kip tutan unsur olarak kalmaktadır.

    Ama her küçük şey günler hatta seneler geçtikçe büyümekte ve farklı insanlarında dikkatini çekebilmektedir.
    Geçen ay gurubumuza ilginç mailler geldi. Kitabıyla ilgili yorumlarını yaptığımızı düşündüğüm bir bloggerdan (Kitabın yazarı olduğunu düşünmekteyim) hakarete varan sözler duyduk. Yazdığı mesajlarda yaptığımız yorumları eleştirmekten ziyade bizi küçük gören bir üslup ve aşağılama söz konusuydu.
    Yazdığı mesajları burada aktarmak elbette hoş olmaz. İnsanlar elbette eleştiride bulunabilmeli. Fakat eleştiride bulunan şahıslar farklı görüşlere de saygılı olmayı bilmeli. akademisyen veya yazar olsa bile!!!

    Italo Calvino'yu diğer okuyucu arkadaşlarım kadar tanımam. Görünmez kentler isimli kitabıda açıkçası önceden hiç duymamıştım. Kitapla ilgili neler yazmam gerekir diye düşündüğümde aklıma tek birşey gelmedi diyebilirim. Belki bu benim eksikliğim olabilir. Ne bir konu ne de bir olay gördüm romanda. Kısa sürede bitmesi en büyük artısı diyebilirim. Belki çevirisel zorlukların altında algısal paradigmalar yaşadım ve sıkıldım... kısaca Görünmez kentlerden beklediğim vurucu etkiyi bulamadım. Başından sonuna kadar aynı eksende farklı düşsel kentleri betimleyen bir kurgu silsilesinde yüzmekten yoruldum romanı okurken. Sizden gelen yorumlarla kitabı tekrar yorumlamak dileğiyle..

    YanıtlaSil
  2. Görünmez Kentler zihnimde kent kavramı ile ilgili yerleşmiş ne varsa biraz hareketlenmesini sağladı. Kentin sadece fiziksel bir çevre değil, aynı zamanda duygulara hitap eden bir yapı olduğunu; sadece işlevler doğrultusunda değil, aynı zamanda arzularla da şekillendiğini hatırlattı. Ziyaret edilen kentle içinde yaşanan kent arasındaki farkı hissettirdi. Kenti geliştirenin her zaman fiziksel donatılar olmadığını, anıların da buna büyük katkı sağladığını fark ettirdi diyebilirim kitap için.
    En çok ilgimi çeken kent ise Zobeide (Kentler ve arzu 5) oldu. Özlemini duyduğumuz kenti anlattı bana. Belki yaşadığım kentin eski durumunu özlüyordum, belki de terk ettiğim bir kentin hasretini çekiyordum bu hikâyede. Ama kesinlikle özlediğim kentten eser yoktu artık ya da hasret çektiğim kente bir türlü dönemiyordum. Dönsem bile artık aynı kent değildi o. İşte bunları düşündürdü bana Zobeide.
    Bitirirken kitap grubumuz hakkında söylediği güzel sözler için Yunus’a teşekkür ediyorum.

    YanıtlaSil
  3. ‘Görünmez Kentler’ kitabının adını geçen dönem aldığım derslerin birinde duymuştum ve hocamın kitap hakkındaki olumlu yorumları, kitaba olan ilgimi arttırmıştı. Bu sebeple kitabı okumaya büyük bir hevesle başladım. Ancak, kitabın kurgusu, gruba katıldığım zamandan bu yana okuduğum kitaplar arasında en farklı olanıydı.
    Kitabın her bölümünde farklı hayali bir kent anlatılmış ve bu kentlerin içine girebilmemiz, dolanabilmemiz ve hatta kendimizi kaybedebilmemiz için farklı kavramlar kullanılmış. Bu kavramlar, içinde yaşadığım ve ziyaret ettiğim kentlerin sadece binalardan, sokaklardan, oluşmadığını, anılarımın, arzularımın, hayallerimin de kenti algılamamda büyük bir etken olabileceğini gösterdi.
    Kitabın sevdiğim yanlarından biri Calvino’nun kitabı yazım aşamasını anlattığı bölüm. Kitabın bölümleri hakkında verdiği bilgiler, bu kavramların neden ve nasıl seçildiğini anlamama yaradı. Bir diğeri ise, kitabın farklı disiplinlerle ele alınıp yorumlanabilmesi. Kitap resim, maket, edebi olarak farklı kimseler tarafından farklı şekilde yorumlanabilir. Farklı kişilerin kent yorumlarını görebilmek heyecan verici olabilir. Bence bu kitap grup olarak sadece yazı ile yorumlanmamalı, kentlerin bize ifade ettiği duyguları başka şekilde ifade de etmeliyiz. Belki de böyle girilebilir içine kitabın. Grup üyelerince böyle bir çalışma yapabilmek güzel ve farklı bir deneyim olurdu kanımca.
    Bende bitirirken ‘Dikkat Kitap’ bloguna yapılan eleştirinin anlamsızlığını ve takınan yanlış tutumu vurgulamak istiyorum. Bu konu ve grubumuz hakkında yazdığı açıklayıcı yorum için Yunus’a teşekkür ediyorum.

    YanıtlaSil
  4. Başlamadan önce Yunus Emre’ye ben de teşekkür etmek istiyorum. Kitap hakkındaki görüşlerimi gecikmeli olarak belirtiyorum, affola.
    Dimora,İsidora, Dorotea, Zaira, Anastasia, Tamara,Zora, Despina, Zirma, İsaura,Maurilia, Fedora,Zoe, Zenobia, Eufemia, Zobeide,İpazia, Armilla, Cloe, Valdrada,Olivia,Sofronia, Eutropia, Zemrude, Aglaura, Ottavia,Ersilia, Bauci, Leandra, Melania, Smeraldina, Fillide, Pirra, Adelma,Eudossia, Moriana,Clarice, Eusapia, Bersabea, Leonia,İrene,Argia,Tecla, Trude,Olinda, Laudomia, Perinzia, Procopia, Raissa, Andria, Cecilia, Marozia, Pentesilea, Teodora,Berenice... Hepsi birer kadın ismi olan bu kentlerin isimleriyle olmasa da betimlemeleriyle hatırlanabileceğini düşünüyorum. Yazar, anlatımında tekdüzelikten kaçıyor ve bir kurgu oluşturuyor. Kentleri birer dizgenin altında topluyor: kentler ve anı, kentler ve arzu, kentler ve göstergeler, ince kentler, kentler ve takas,kentler ve gözler, kentler ve ad, kentler ve ölüler, kentler ve gökyüzü, sürekli kentler, gizli kentler. Bu dizgelerin sırayla birbirlerini izlemelerini, yer yer kesişmelerini sağlıyor. Metinleri yazdığı kronolojik düzenden kopmadan, kendi deyişiyle dizgeleri bir araya getiren, mümkün olan en basit kurguyla ‘’Görünmez Kentler’’i oluşturuyor. Hakan’ın da bahsettiği gibi kitabın ‘‘Görünmez Kentler Üzerine’’adlı bölümünde Calvino, yazım sürecine dair bu kurgudan bahsetmiştir ve bence anlatı için iyi bir yöntem olmuştur bu kurgu.
    Kitapta kentleri Marco Polo, Kubilay Han’a anlatır. İkili arasındaki diyaloglar ile kitap kendini tartışmakta ve sorgulamaktadır. Günümüze ve zihinlerimize de aynı sorgulamaları yönelmektedir: ‘’Bugün kent kavramı bizim için ne ifade ediyor?’’ Günümüzde, özellikle yaşadığımız büyük şehirlerde, bu soru daha çok karşımıza çıkıyor. Calvino’nun da dediği gibi yaşamlarımızın git gide kriz noktasına yaklaşırken, yaşanmaz hale gelen kentlerin kalbinden doğan bir rüya bu kitap, yazarın ona yazdığı son aşk şiiri.

    YanıtlaSil
  5. Kitabın kendisine rota oluşturduğu kent kavramı, çok geniş ve içerisinde birçok dinamiği barındırmaktadır. Calvino’ya göre de geometrik bir rasyonellik içerisindeki yaşamların gerilimini dile getiren bir simgedir kent. Yazar düşüncelerini tek bir simge olarak kentler üzerinden anlatabilmiştir. Düşününce ‘’kent’’ bunun için ideal bir öğe. Bizim de zaman zaman genellemelerde bulunduğumuz, en basiti örneğin, mutlu mutsuz olarak nitelendirdiğimiz, kendimizce çeşitli şekillerde ifade ettiğimiz yerlerdir. Peki kentler için böylesi kesin tanımlamalar doğru mudur? Calvino buna şöyle cevap verir: ‘’Kentleri bu iki grupta toplamak yanlış, başka türlü ayırmalıyız onları: kentler vardır, yıllarla ve değişerek arzuları biçimlemeyi sürdürürler; kentler vardır, ya arzularca silinir ya da arzuları siler, yok eder.’’ Bu bağlamda kenti kent yapan nedir ne değildir gibi kesinlemelere bir yanıttır bu kitap.
    Anlatımlarıyla zihnimde canlandırdığım kentler zaman zaman, yaşadığım duyguların birer yansımasını oluşturuyordu neredeyse. Bu durum herkes için geçerli sayılabilir, bu yüzden insanın kent algısı ve onla olan ilişkisi üzerine değerli bir kitap. Bu ilişki üzerine de kitaptan birçok örnek verilebilir. Örneğin kentte yaşayanlar için çoğu zaman şu geçerli değil midir: ’’Bir kentte hayran kaldığın şey onun yedi ya da yetmiş yedi harikası değil, senin ona sorduğun bir soruya verdiği yanıttır.’’ Ve içerisinde yaşarken bir taraftan: ‘’Kent düşünmen gereken her şeyi söyler, kendi sözlerini yineletir sana.’’ Aslında yaşadığımız kentleri nasıl gördüğümüz, onlara ne açıdan bakabildiğimiz de önemlidir. Buna etken olan göstergeler yumağıdır kent bir taraftan da: ‘’...O ana dek, aradığım şeyleri tanımamı sağlayan imgelerden kurtulmam geretiğini anladım: İpazia’nın dilini ancak o zaman kavrayabilirdim.’’ Anlattıkça yitip gidişlerinden korktuğumuz, ama vazgeçemediğimiz, dönüp dolaşıp kendimizi bulduğumuz yerlerdir: ‘’Belleğin imgeleri bir kez dile vurulup sözlerle sabitleşti mi silinip gider. Belki de Venedik’i kaybetmekten, konuşarak onu bir çırpıda kaybetmekten korkuyorum. Kim bilir, başka kentlerden konuşurken azar azar onu kaybettim bile.’' Kent bir yandan da keşif mekanıdır bizim için: ‘’Her yeni kente geldiğinde yolcu, bir zamanlar kendisinin olduğunu artık bilmediği bir geçmişini bulur yeniden: artık olmadığın ya da sahip olmadığın şeyin yabancılığı, hiç senin olmamış yabancı yerlerin eşiğinde bekler.’’ Herkes kendi hikayesini arar gittiği yerlerde, tesadüflerinde. Bütün bu yolculuklar geçmişini yeniden yaşamak için mi diye sorduğunda Han, Marco şöyle cevap verir: ’’ Başka yer, negatif bir aynadır. Yolcu sahip olduğu tenhayı tanır, sahip olmadığı ve olmayacağı kalabalığı keşfederek.’’
    Dediğim gibi söylenecek çok şey var bu kitap için. Bitirmeden şunu da belirtmek istiyorum; kitabı daha iyi anlamak adına, Işıl Saatçioğlu’nun yazmış olduğu sunuşu ve hassasiyeti takdire değerdir. Kitabı içselleştirmek adına ise başka yöntemlerin de denenebileceği konusuna ben de katılıyorum. Son olarak şunu söyleyebilirim; bu kentlere tekrar uğrayacağım. Herkes farkında olsun veya olmasın, kendi penceresinden kentlerini yaşamaya ve onları aramaya devam edecek, tıpkı Polo’nun Han’a anlatmaya çalıştığı gibi: ‘’Sözlerim, senin etrafında hangi ülkeyi kurarsa kursun, bu sarayın yerinde kazıklar üzerine kurulmuş bir köy de olsa, meltem sana çamur dolu bir nehir ağzının kokusunu da getirse, sen hep kendi durduğun yere benzer bir yerden göreceksin onu.’’

    YanıtlaSil