4 Ocak 2012 Çarşamba

İhsan Oktay Anar - Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri

4 yorum:

  1. İhsan Oktay Anar’ın bu kitabı, içerisinde 8 tane öykü barındıyor: Güneşli Günler, Bidaz’ın Laneti, Dünya Tarihi, Ezine Canavarı, Hırsızın Aşkı, Şarap ve Ekmek, Gökten Gelen Çocuk. Cezzar Dede ve Ölüm arasındaki bir anlaşmayla başlıyor bu öyküler. Konular ‘’korku’’ ile başlıyor ‘’din’’ ile devam ediyor ‘’aşk’’a uzanıyor ve ‘’cennet’’ ile bitiyor. Bu sırada Ölüm elindeki kara kaplı defterinden canını almak için peşine düştüğü Uzun İhsan’ın bir sonraki durağının neresi olacağına bakıyor ve yolculukları hikayeleriyle birlikte devam ediyor.
    ‘’Güneşli Günler’’ adlı hikayede güneş yüzü görmemiş,beti benzi soluk,gün ışığına hassas vücudu en ufak bir aydınlıkta kanamaya başlayan, öğrencilerin Kont lakabını uygun gördükleri bir müdür çıkıyor karşımıza. Bu karakter aslında Kont Dracula olarak bilinen vampire ne çok benziyor değil mi. ‘’Bidaz’ın Laneti’’nde dokunduğu herşeyi altına çeviren bir kralın hazinesinin peşine düşen defineciler hikayeye konuk oluyor, mitolojik kral Midas aklımıza geliyor burada. ‘’Bir Hac Ziyareti’’nde İlimdar, Zekeriya Dede ve dedenin kurt adam torununun yolları kesişiyor ve yolculukları Hindistan’a uzanıyor.Zirvede Vuda’nın mabetine ulaştıklarında, bordo ya da turuncu ihramlar giymiş vudistlerle karşılaşıyor bu üçlü.Kurt adam çocuk zamanla Bhagabat-Gida ile birlikte Nur Ana’ya eriyor,huzuru buluyor. Buda ve Nirvana kelimeleri bu sırada aklımıza geliyor tabi. ‘’Dünya Tarihi’’ adlı hikayede ise tüccar Aptülzeyyat karşımıza çıkıyor. Sıkıntıdan bastıran uykusunda rüyasına giren ‘’sakallı dede’’ olarak tabir edebileceğimiz Salih’in peşinde,yolu Acıpayam'a düşüyor bu karakterin.Silahir,Cihangir,Zübeyir,Fedair,Zehir,Nezir ve Demir adlı kötü ve cüce 7 kardeş ile,Abuzer ve Alemdar adlı gövdeleri bir başları ayrı bir devle karşılaşıyor Aptülzeyyat.Burda da aslında pamuk prensesin 7 cüceleri geliyor akıllara.’’Ezine Canavarı’’ hikayesinde ise 4 kızı olan bir dul anneyle 4 oğlu olan bir dul kasabın yaşadıkları yer alıyor. Bu dul kasabın evinde yaşayan, bir türlü öldüremedikleri kırmızı gözlü bir canavar da dahil oluyor hikayeye. Ölüm’ün anlattığı ‘’Hırsızın Aşkı’’nda çingene Fezai’nin aşkı Usturadavarus bir kemanda vücut buluyor, onla dile geliyor. Usturadavarus (Stradivarius) keman kulağa hiç de yabancı gelmiyor. Son konu ‘’cennet’’ ile ilgili ilk hikaye ‘’Şarap ve Ekmek’’te, evlenmek istemeyen Zeynelabidin’in imam Sefa ile karşılaşması çıkıyor karşımıza.Sefa’nın süt ninesinin semavi ve galaktik sütüyle emzirdiği kızı Bestenur ile olan hikayesini dinliyoruz biz de. Bestenur’un macerasında kırmızı başlıklı kız geliyor gözümüzün önüne. Son hikaye ‘’Gökten Gelen Çocuk’’ta ise bir leyleğin çocuk sahibi olamamış bir çifte getirdiği Gülerk Kent adlı çocukla tanışıyoruz. Burada Gülerk Kent(Clark Kent),anne ve babası arasında kalan, aynı anda hem bir kahraman hem de bir iş adamı olmaya çalışan küçük bir Superman’dir sanki.
    ‘’Efrasiyab’ın Hikayeleri’’ içerisinde masal kahramanları, mitolojik olaylar, kutsal sayılan bazı olgular,kelime oyunları gibi birçok detay bulundurmakta.(Bir kez daha okunursa sanki daha çok ayrıntı keşfedilecekmiş gibi.)Bazı cümleler fazla uzun geldi bana. Cezzar Dede ve Ölüm arasındaki diyologlardaki kurgu güzeldi, fakat fazla öğretici olma çabası var gibiydi. Uzun İhsan’ı yakalamanın uzun sürüşü ve bu sürecin bitişini de biraz zayıf buldum bu kurguya göre. Sıkıldığım anlarda hikayelerin içinde gizlenmiş benzetmelerin, kelime oyunlarının mizahsen yanının beni gülümsettiğini de söylemek isterim. Son olarak gökten üç elma düşmüş; biri... biri... biri de...

    YanıtlaSil
  2. Öncelikle kitabı seçim şeklimize değinmek istiyorum. Nazlı’nın üzerinde küçük ve güzel oynamalar yaptığı fotoğraftan da belli olduğu üzere Ben, Yunus, Nazlı, Hakan ve Arif yılbaşında bir araya geldik. Arif ve Hakan’ın İstanbul’a gelmesi bizi buluşturdu. Kitabımızı da işte bu buluştuğumuz gün seçtik. Hazır bir araya gelmişken bu fırsat kaçmaz dedik ve yeni kitabımızı belirledik. Dilerim gelecek günlerde de yine birlikte olma fırsatı yakalayabiliriz.
    İhsan Oktay Anar uzun zamandır okumayı istediğim bir yazardı. Özellikle Puslu Kıtalar Atlası eserinin dilden dile dolaşması, herkesin bu kitapla ilgili beğenilerini sürekli olarak dile getirmesi, yazara olan merakımı arttırdı. Puslu Kıtalar Atlası’nı daha önce kitap grubumuz içinde okuyanlar olduğundan Efrâsiyâb’ın Hikayeleri’ni tercih ettik. Kitabı okumaya çok büyük bir beklentiyle başladım. İlk başlarda su gibi akan sayfalar, ilerledikçe daha zor okunmaya başladı benim için. En sonunda kendimi durgun bir suda buldum; üstelik bu su çok da sığ idi. Kitap boyunca anlatılan hikâyeler sürükleyicilikten çok uzaktı. Bu hikayeler “Dinleyenin anlamasından çok, anlatmanın zevki için anlatılmış görünüyor”du. Tabi bu da makul bir sebep olabilir bence. Kitap içinde ilginç bazı göndermeler de vardı. “Gülerk Kent” ve “Vuda” gibi bu göndermeler de bana kalırsa çok basit ve gülünç kalmış. Anlayacağınız ben kitabı beğenmedim.
    Bununla birlikte kitapta öyle bir cümle yakaladım ki, bu cümle “Kitabı iyi ki okumuşum!” diye düşündürdü bana. İşte o cümle: “Artistik ve ahlaki değerlere asırlar boyu bir türlü erişemedikleri için bunlar uğruna bir ömür harcamayı enayilik olarak gören ve güzelliği üretmek yerine onu para, şiddet ya da kurnazlıkla elde etmeyi fazilet sayan insanların ülkesindeki okullarda, en az rağbet gören ve pek ciddiye alınmayan bir ders de resimdi.” İleride bu cümleyi çerçeveletip yaşadığım ortamlara, evime, iş yerime asmayı düşünüyorum.
    Bir de kesinlikle Puslu Kıtalar Atlası kitabını okuyacağımı söylemek isterim. Çünkü o kitaba olan merakımı hâla gideremedim.

    YanıtlaSil
  3. Kitapla ilgili hiçbir şey yazmak istemiyorum. Zorla okuduğum bir kitap oldu. Beklentilerim yüksekti "Puslu Kıtalar Atlası'nı" okuyan ve İhsan Oktay Anar'ı bu kitabıyla seven biri olarak. Ama Efrasiyab'ın Hikayeleri ne konu olarak sürükleyici ne de anlatım olarak diğer kitabı kadar etkileyiciydi.
    Kitapta birbirlerine hikayeler anlatan Ölüm ve Cezzar Dede'den ziyade dokuz canlı Uzun İhsan Efendiden bahsetmek isterim. Gerçi burada kahramanımız "Efendi" değil fakat İhsan Oktay'ın kitaplarında ısrarla kendi ismini "Uzun
    İhsan" diye lansetmesi ilginç. Kısa boylu birinin alt benliğinde kalmış bir süperego ego çatışması gibi geldi bana. Ama eylenceli bir anekdot.
    Kitabın konusuna girmek istemiyorum. Nazlı kısaca tüm kitabın üstünden geçmiş zaten. Ama konunun kitap içinde hiçbir zaman yükselememesi ve sonunda yazarın "aman bitsin, hem ben hem de okuyucu kurtulsun" düşüncesiyle anlatımının savruklaşması beni şaşırttı.
    Kitabın seçiminde sizlerle beraber olmak beni çok mutlu etti sevgili arkadaşlarım. Umarım kitap seçimlerimizi ve bu güzel yorumlarımızı beraber olduğumuz zamanlarda da yapabiliriz.

    YanıtlaSil
  4. Kitap hakkındaki yorumuma başlamadan önce Nazlı’nın fotoğrafından ve Talat’ın açıklamalarından anlaşılacağı gibi yılbaşında bir araya geldik. O günün benim için önemi lisans dönemindeki tekrar görüşebilmek ve Yunus Emre ile yüz yüze tanışma fırsatı yakalamış olmaktı. Umarım yine en yakın zamanda yeniden toplanabiliriz.
    Kitap diğer arkadaşlarımın da bahsettiği gibi Ölüm ve Cezzar Dede’nin Uzun İhsan’ı yakalama yolunda birbirlerine anlattıkları öykülerden oluşmaktadır. Öyküler sırasıyla korku, din, aşk ve cennet konulu başlıklara sahip. Her öykü bir ders verme niteliğinde olduğu gibi, bu dersler pekte yabancısı olmadığımız konular. Mesela, iyi ve ahlaklı bir insanın olmanın neler gerektiği gibi. Kitabı diğer arkadaşlarımın aksine sıkılmadan ve keyifle kısa sürede bitirdim. Kitabın en sevdiğim yanı, öykülere başlamadan önce karakterler ve mekânlar hakkında verdiği bilgiler ve onları tasvir ediş şekliydi. Bu tasvirler kolaylıkla öykülerin bir parçası olmamı sağladı. Öyküleri okurken Kont ile okulun karanlık koridorlarında gezinirken, Aptülzeyyat ile o zorlu yolları geçerken, 4 kardeşin tellak sırası beklerken vb. sanki yanındaymışım gibi hissettim. Kısacası ben kitabı beğendim ve Puslu Kıtalar Atlası’nı da en kısa zamanda okumaya çalışacağım.
    İnternetten kitap hakkında araştırma yaptığımda öykülerin daha önce oyunlaştırıldığını, 2001 yılında İstanbul AKM oynandığını okudum. Romanın tekrar sahnelenmesi öyküleri başkasının gözünden tekrar okumak güzel olabilir bence.

    YanıtlaSil