15 Eylül 2011 Perşembe

Ahmet Semih Tulay - Nannakos'un Gözyaşları

6 yorum:

  1. Biraz önyargıyla başlamıştım bu kitaba.Aşk üzerine yazılmış, klasik kurgulu bir kitap gibi gelmişti ilk. Fakat okudukça bu düşüncemin tersine döndüğünü gördüm. Çok sevdiğim ege kıyılarını yaşattı bana bu kitap tekrardan. Henüz gidemediğim( ama hala gitmek istediğim!) ve gitme fırsatı bulduğum antik kentleri bol bol turladım diyebilirim size. Pergamon’dan Assos,Elaia,Priene,Miletos’a... ve son olarak da Afrodisyas’a kadar uzandı bu yolculuk. Bunun yanı sıra bazı mitolojik kavramları,tanrıları,kralları,kentleri ve olayları hafızama almamda büyük yarar sağladı.
    A. Semih Tulay’ın geniş bilgi dağarcığıyla(mesleğinin getirisini de gözardı edemeyiz) hikayenin akışına kattığı tarihsel gerçekler,mitoslar ve dipnotlar, bence kitabın canlılığına büyük katkı sağlamış. Her ne kadar, tabiri caizse türk filmi tadında bir kurgu olarak niteleyebileceğimiz bir hikaye de olsa, yazarın bu ayrıntılarla bir zenginlik yakalayabildiğini düşünmekteyim. Ve ayrıca,bu zamanlara atıfta bulunan bir filme konu olsaydı bu kitap, nasıl olurdu düşünmedim de değil.
    Son olarak da şunu söylemek isterim ki binlerce sene öncesinde yaşadığımız bu topraklar üzerinde varolmuş bu kültürlerin unutulup gitmesi, gözardı edilmesi (allionoi gibi) çok acı. Ve bizim de tarihsel zenginliklerle bu kadar iç içe yaşar giderken, onlara uzak kalmamız da bir o kadar düşündürücü ve üzücü. Tarihi eserlerin ise, yaratıldıkları ve yaşadıkları topraklardan alınıp(başka şekillerde de ifade edilebilir) bambaşka yerlerde,müzelerde vs. sergilenmesi ise ciddi bir şekilde oturup düşünme ve tartışma konusu.

    YanıtlaSil
  2. Nazlı'nın yorumlarına kısmen katılmakla beraber kitabı elime aldığım andan itibaren kendi içinde durağan görünen konuların sık tekrar eden betimlemelerle, tekrar eden duygusal içerikli diyaloglarla da romanın içinin doldurulmuş olduğunu düşündüm. Kitabı her elime alışımda benzer konuların üst üste bindiği, sadece mekansal ve zamansal değişikliklerle aynı anlatım dilinin beni sıktığına kanaat getirmedim değil.
    Anlatılan konu klasik bir aşk üzerine elbet kurulmamıştı. Büyük beklentilerle okuduğum bir roman da değildi fakat antik çağın yaşam tarzını sosyolojik yapısını tam olarak romana yedirememiş gibi hissettim. Karakterleri çok soyut bırakarak mekanlar üzerine eğilmiş ve okuyucunun bu perspektifte ilgisini çekmeye çalışarak bir nevi mesleki birikimini bu romana yansıtmaya çalışmış.
    Ülkemizde "edebi bir tarih" anlayışı "milli" olmakla kalıplaştırılmış ve saray odalarının içindeki entrikalardan öncesine inememiştir. Antik çağlardan beri medeniyetin beşiği olan Anadolu coğrafyasını şimdiye kadar ne anlatabilmiş ne de anlayabilmişiz bu güne kadar. Halen seneler önce dış ülkelere kaçırılan eserlerimizi geri getirebilmek için çırpınışlarımızı edebi anlamda da vermemiz gereklidir. Bu eksiklik bu coğrafyada yaşama şansına sahip bizler için vicdan yarasıdır. A. Semih Tulay Ege'nin tarihi güzelliklerini... Pergamon'u, Assos'u,Elaia'yı, Priene,Miletos ve Afrodisyas'ı bu roman sayesinde tanıtabildiği için her şeye rağmen en içten övgüleri hak ettiğini düşünüyorum.

    YanıtlaSil
  3. Daha önce adınız duymadığımız bir yazarın kitabını okuduk ilk defa. Aslına bakılırsa kitabın sadece konusuna kabataslak bir bakışla önerildiğini söyleyebilirim. Arkeolojiye olan ilgimden ötürü böyle bir öneride bulundum ve sonuç olarak kitabı okuduk.
    Genel hatlarıyla ben kitaptan memnun kaldım diyebilirim. Ancak beklentilerimin sanki biraz fazla olması nedeniyle kitabın beni çok etkilemediğini söyleyebilirim. Kitaba bir mimar gözü ile baktığımda mimari mekânların ve yapıların daha detaylı aktarılabileceğini bununla birlikte bize sosyal yaşantının izlerinin de aktarılabileceğini düşünüyorum (Ya da ben öyle olsun istemiştim).
    Kitabın genel olarak geçtiği iki antik kent olan Pergamon ve Afrodisyas’a gitmiş olmam özellikle Pergamon’da geçen aşağı şehir, yukarı şehir şeklinde bahsedilen alanlara biraz hakim olmam, o sahnelerde kitaba dahil olmamı ve kitabın beni etkilemesini sağladı. Ana temanın yontuculuk ve aşk üzerine kurulu olması, aşkın biraz Türk filmi kıvamında sonlanmış olsada yontuculuğun nasıl yapıldığını ve geliştiğini vurgulaması adına bunlarla beraber adı geçen tanrıların her zaman ilgimi çekiyor olması kitabı okumaya değer diye düşünmemi sağlıyor.
    Son olarak şunları da ilave edebilirim ki Ahmet Semih Tulay bir arkeolog olarak bu konuya ilgisi olan okurlar için hem tanıtıcı hem de merak uyandırıcı bir kitap yazmıştır. Nazlı ile en kısa zamanda Miletos’u ve Priene’yi gezme umuduyla…

    YanıtlaSil
  4. Özgeçmişinden anlıyorum ki Ahmet Semih Tulay çok kıymetli bir insan, fakat kitabı okuduktan sonra gördüm ki kesinlikle bir yazar değil. Kitabı okurken çok sıkıldım ve bitirmekte güçlük çektim. Bence kitabın adı: İYONYA’DA BİR TÜRK FİLMİ olarak değiştirilebilir. O zaman daha kitabı alırken neyle karşılaşacağını az çok tahmin edebilir insan.
    Kitaba büyük bir heyecanla başladım. İlk otuz sayfa da çok iyi gitti. Ege’de, antik kentlerde geçen bir roman, üstelik yazarı da bu konuda uzman bir bilim adamı olduğuna göre beni keyifli bir macera bekliyor diye düşündüm. Antik döneme ait bir takım eşyalar, mekânlar isimleriyle birlikte havada uçuşunca bu kitabın aynı zamanda beni bilgilendireceğini de zannettim. Kitapta o dönemin yaşantısıyla ve kültürüyle ilgili birçok şey bulurum sanıyordum, ama yanılmışım. İlköğretim öğrencilerine hitap edecek düzeyde yazılmış olan kitap ne yazık ki bana hiçbir şey katmadı.
    Kitabın başkahramanı Nannakos itici derecede üstün niteliklerle donatılmış bir adam olarak betimlenmiş. Heykel mi yapılacak Nannakos en iyisini yapar, kitap mı okunacak en çok Nannakos okur, adam mı dövülecek Nannakos ağzını burnunu kırar… Kralların dostu, rahiplerin kankasıdır Nannakos. Bütün kadınlar Nannakos’a bayılırlar fakat Nannakos hiçbirine yüz vermez. Zengindir ama çok mütevazı bir hayat sürer. Para onun kölesidir. Ustası en iyi ustadır, modeli en iyi modeldir. Hey yavrum hey. Çağımızda yaşasa uzaya roket gönderirmiş herhalde. Çok yakışıklıdır, çok güçlüdür. Her gören onun önemli biri olduğunu şıp diye gözünden anlar. Hadi canım sen de! Karakter yok, mekân yok, olay yok dolayısıyla ortada roman yok.
    Kitaptan geriye güzel bir söz kaldı. “Bir sanatçı, kralın başındaki taç gibi değerlidir. Sanatçılar kentlerin, krallıkların altın taçlarıdır.” Yazar sadece bunu yazsa yeterliymiş. Kitabın sonundaki sözlük de anlamlı.
    Saygılar

    YanıtlaSil
  5. Bu arada Nazlı ve Arif'in de benim gibi kitaptaki hikayeyi bir Türk filmine benzetmeleri aklın yolu birdir diye düşündürdü beni.

    YanıtlaSil
  6. Sevgili Talat arkadaşıma,
    Yine kitaba vermiş veriştirmişsin. Sadece bir kaç bir şey söylemek istiyorum. Ben bunları söylerken sen de bunları okurken kendimizi 'kaos'taymışız gibi hissedelim.
    karakter yok sözüne katılmıyorum. aslında karakterler oldukça başarılı. Özellikle Nannakos'un betimlemeleri beni rahatsız etmedi ve abartılı bulmama neden olmadı. Şu şekilde açıklamalıyım ki; o dönem önemli insanların (kralların, üst düzey yöneticilerin, soylu kişilerin...)tasvirleri çoğu zaman karşımıza kitaplarda ve ya filmlerde bu şekilde çıkar.(En azından benim öyle çıktı). Bu nedenle yazarın tavrını da onlara benzettim. Mekan yok sözüne gelince. Mekan var ama içi doldurulamamış diye düşünmekteyim. Olay yok sözüne gelince ise sana katılıyorum. Dediğin gibi oldukça güzel başlayan yontuculuk işinin anlatımlarıyla başlayan kitap sonlara doğru gittikçe sıkıcı olmaya başlayan bir aşk üzerine devam eder. Başka da net bir şekilde gerçekleşen olay yoktur.
    Son olarak bir şey unutmuşum. Bir de masamızda tabi ki votka bardakları...

    YanıtlaSil