19 Temmuz 2011 Salı

Albert Camus - Yabancı

6 yorum:

  1. Nobel Ödüllü yazar Albert Camus'un adından sık bahsedilen bu romanı okuyucuyu direk konuya sokarak ilk sayfadan itibaren boğucu bir yaşamı, sıkıcı bir çevreyi, yaşamın kaçınılmaz gerçeklerini sıradan olaylarmış gibi göstererek, toplumca dayatılan düşünce ve inanış çerçevesini okuyucunun zihninde rahatça kırabilmektedir. Anlatım sanatındaki sadeliği ve bunu yansıtırken kattığı düşünce yoğunluğu, çevrelerindeki tiksindirici ilişkileri, en ince ayrıntılarına kadar irdelenen aile-birey ilişkisi ve bu çerçevede kuşak uyuşmazlığı, çoğumuzun kanıksadığı ve genelde toplumun kalıplaşmış, işlevini çoktan yitirmiş olan akışına bilinç düzeyinde başkaldırışla bireyin tragedyasını çarpıcı biçimde dile getirmiştir.
    Olayın kahramanı yalnızdır. Mersault kendini hayatın akışına bırakmıştır ve olaylar karşısında tepkisiz kalabilmektedir. toplum tepki bekler ama kahramanımız tepkinin manasızlığından bahseder. Annesinin ölümü karşısındaki tavrı ile kız arkadaşının evlenme isteğine cevabı, sonucu idam olan bir yargılama sürecindeki tutumu, insan yaşamının toplumun değerleri ve o değerleri oluşturan çerçeve içinde değerlendirilip bu "sabit" içinde bireyin yaşamı hakkında hüküm verme hürriyetine olan başkaldırısıyla toplum içinde kendine bile yabancılaşmış bireyi anlatan Camus "Varoluşçu Felsefe"yi kalıplarından çıkartıp kişileştirmiş ve yabancısını feda ederek beynimize işletmiştir.
    Kitabın çevirisine gelince ilginç bir anlatımla karşılaştığımı belirtmek isterim. Vedat Günyol'un kimi zaman anlaşılmaz ve aksak konuşma replikleriyle beraber Mersault' un "Bence bir" sözleri çeviri hatası gibi göründü okurken kitabı. Ama daha sonra karakteri daha çok tanıyınca ve olaylar karşısında zihnen yorulan bir bireyin tek taraflı kavgası sonuçlanmadan mağlup olduğunu dehşet içinde seyredince, Mersault'un sahip olduğu tavırsızlığın en basit tabirinin bence de "Bence bir" ifadesi olduğuna kanaat getirdim.

    YanıtlaSil
  2. Albert Camus’nün ‘Yabancı’sı iki bölümden oluşmakta. İlk bölümde, kitabın ana kahramanı Meursault’un hayatı, aile – arkadaşlık ilişkileri ve onu ölüme sürükleyecek olay anlatılırken, ikinci bölümde ise, hapiste geçen hayatı, duruşmalar ve cezası anlatılır.
    Varoluşçu edebiyatın en önemli temsilcileri arasında gösterilen Camus, bu kitapta bu durumu iyi bir şekilde başarmıştır diyebilirim. İnsanın her zaman seçimini sınırlayan bir durum olduğunu, yarattığı kahramanını topluma yabancı davranışlar ve tutum içerisine yerleştirerek birçok kez bize örneklerle aktarır.
    İnsanın karşısına çıkan hiçbir şeyin ve insanların özel bir önemi olmadığına, onun için her şeyin bir olduğuna dikkat çeken yazar, verilen örneklerle de bunu destekler. İnsanların sözlerini uzattığında devamının dinlenmemesi, bazı sorulara verilen kısa cevaplar ya da verilmeyen cevaplar bunun göstergesidir. Duygudan uzak, her şeyin belirli nedenlerinin varlığı üzerinden bir anlatım söz konusudur.
    İnsan yaşamının saçma olduğunu, az yaşamışım çok yaşamışım bir önemi olmadığını savunan yazar o yaşamı nasıl yaşamamız gerektiğine de bence pek vurgu yapamamış. Sanki o yaşamda hiç önemli değilmiş gibi bahsedilmiş. Bu durumdan sıkılan ben kitabı okurken aklıma Kafka’nın ‘Dava’sı geldi. Yine Kafka’nın da varoluşçu edebiyatın önde gelenlerinden olduğunu hatırlamaktayım. Ancak Kafka ve Camus’u karşılaştırdığımda Camus’u daha rahat okuduğumu kesinlikle söyleyebilirim. Ama bu tarz kitaplardan pek hoşlanmadığımı söylemeliyim.

    YanıtlaSil
  3. Kitabı beğenmedim. Varoluşçu yazar Albert Camus bu kitabıyla Nobel Ödülü’ne layık görülmüş. Kuşkusuz bu ödülü verenler ve edebiyat eleştirmenleri ile diğer yazarlar kitapla ilgili daha derin ve anlamlı yorumlar yapabilir; kitabın neresine Nobel verildiğini bize açıklayabilirler. Ama ben edebiyattan hiç anlamayan halimle tekrar söylüyorum kitabı beğenmedim.
    Kitapta olaylar ilginç gelişiyor. Başı sonu belli değil. Kayıtsız ve anlamsız bir yaşam süren amaçsız kahramanımızın derdini anlamak çok zor. Hayata karşı ilgisizliği, her şeyi samimiyetsizce kabulü sinir bozucu. İşlediği cinayet saçma sapan ve kitaba teklifsizce dâhil oluyor(belki bunun varoluşçulukla bir ilgisi vardır). Yargı süreci de komik. Tüm yaşananlar o kadar yüzeysel anlatılmış ki hiç tat vermiyor. En çok annenin cenazesi üzerinde durulmuş. O da çok sıkıcı.
    Uzun lafın kısası yine başa dönüyorum. Kitabı beğenmedim. Haksızlık ettiğimi düşünebilirsiniz ama şimdiki bakış açım bu yönde. Belki biraz daha varoluşçuluk üzerinde durursam düşüncelerim değişebilir.

    YanıtlaSil
  4. Bu arada benim de Arif gibi, kitabı okurken aklımda sürekli Kafka'nın Dava romanı vardı. Ben de benzer unsurlar yakaladım.

    YanıtlaSil
  5. ‘’ Sadece güneş yüzündendi.’’

    Albert Camus’nün ‘’Yabancı’’sı şu ana kadar okuduğum, yalın bir dille, bir çok şey anlatabilen nadir eserlerden biri. Aldığı Nobel ödülünün hakkını vermiştir bence.(naçizane fikrim) Okurken birçok zaman ‘’yok artık, bu kadar umursamaz tavır niye!’’ diye bir tepki ben de verdim, fakat bu düşüncem yerini zamanla farklı bakış açılarına bıraktı. Kahramanımız Meursault önce annesini kaybeder. Fakat sanılanın aksine acı bir tepki vermez: Anası ölmüştür bugün. Belki de dündür. Bilmiyordur. O zamana kadar hayatında belki de çok düşünmediği, önemsemediği ‘’ölüm’’ün aslında hep onla varolduğu gerçeğiyle yüzleşecektir. İradesi dışında bir fellahı öldürür.Bütün suç aslında sıcak havadadır; o kadar sıcaktır ki hava, Camus’nün anlatımıyla o sıcağı biz de hissederiz beynimizde. Fakat işlediği cinayetin annesinin ölümü karşısındaki sakin duruşuyla bağdaştırılması ve ölümünün belki de bu yüzden olacağı gerçeğiyle yüzleşecektir. Bu durum Meursault’a saçma gelir zaten anacığı da ‘’insan eninde sonuda herşeye alışır.’’ demez miydi diye düşünür. Peki toplum (yargıçlar, jüri,halk vb.) bu olayın neresindedir? Kategorize eden, mantıklı(?) kurallar içerisindeki bu toplumda herkesin bir görevi vardır. Meursault ise farklıdır onlara göre. Kimi sever onu, anlamasa da. Ama çıkarıldığı mahkeme gibi sevilmeyecektir çoğunlukta. Çünkü farklıdır ve temel kurallarını hiçe saydığı, basit tepkilerden habersiz bir kalbe sahip olduğu gerekçesi konulur ortaya. Zaten o mahkemede ayrı bir ‘’saçmalık’’ gelir kahramana. Çünkü mahkeme, kendisiyle alakalı değildir adeta. Başkasının olayını konuşuyorlar diye düşünür bir ara. Her yaptığına bir anlam bulma çabasında olanlara, kendi mantıkları çerçevesinde hayatını yorumlamaya çalışanları kayıtsız bir gözle seyreder mahkeme boyunca.
    Diğer hikayeler gibi ‘’sonunda ne olacak acaba?’’ sorusundan ziyade, kahramanın yaşadıkları, belki de yaşamın herzamanki senaryolarından birisini daha çok düşünmemizi sağlamaktadır bence. Aslında Meursault’un yaşadığı hayat ''saçma''dır ve bence bunu en çarpıcı da Meursault’un yatağının altında bulduğu gazete küpürü anlatmaktadır. Meursault herkesin oynadığı oyunları oynamaz, Marie ''beni seviyor musun?'' diye sorduğunda ''bunun bir anlamı yok, ama herhalde sevmiyorumdur.'' diye cevap verir. Onla evlenebilir ama herşey ona göre zaten ''bence bir''dir. Vedat Günyol’un da önsöz de vurguladığı gibi zaten ölümle biten hayat saçmadır. Fakat Camus’ü ve kahramanı baktığımızda umutsuz değildir.
    Sadece birkaç noktada yorum yapabildiğim bu eser aslında birçok açıdan bakılıp irdelenmelidir. Arkadaşlarımın da dediği gibi ''varoluşçuluk'' üzerine Kafka’dan daha anlaşılır bir yorum. Önsözde değinilmiş, başka bir varoluşçu Sartre’nin dediği gibi saçmalık ''insanın dünyayla ilişkilerinden başka birşey değildir.'' ve ''insan hiçbirşeyi gereğinden fazla büyütmemeli.''dir.

    YanıtlaSil
  6. “İnsanın,yaşamı tam anlamıyla seçmesi demek, yaşamın saçma, dünyanın haksız, Tanrı’nın sağır olabileceğini düşünmüş olması demektir.” Bu sözlerle açıklanan Camus’nün felsefesi tüm bu kabuller dahilinde bir çelişki ortaya koyarak yine de umutlu olmayı öğütlüyor.
    Hikayede yabancı dünyayı olduğundan da saçma hale getiren bir savaş ortamında tüm insani duygulardan uzak bir yaşam sürüyor. “Bence bir.” sözü Mersault’ nun tüm hayatını özetlemeye yeterli. Bu hissiz yaşantı öyle ileri gidiyor ki, yabancı bir hiç uğruna bir insanı öldürüyor. Herşeye rağmen doğayla ilgili olayları örneğin yaz akşamlarını özlemesi, sadece yaşadığı cansız çevreye ve doğa olaylarına tepki göstermesi ilgi çekici. Bu durum Mersault’nun içinde bulunduğu durumun yalnızca bir ruhsal çöküntüden öte derin bir kişilik sorunu olduğunu anlatıyor.
    Ben kitabı sıkılmadan, ilgiyle okudum. Savaş içinde yaşayan bir ‘insancığın’ saçma hayatını oldukça etkileyici ve apaçık bir şekilde ortaya koyuyor.
    Mersault’nun “ Bence bir.” sözü daha önce okuduğumuz Kundera’nın kitabındaki ‘Bir kere yaşanmış bir şey hiç yaşanmamış sayılır.” sözünü hatırlattı bana. Her ikisi de yaşanıp geçen şeylerin bir anlam ifade etmediğini vurguluyor. Mersault bir adam öldürmüştür. İdam edilecektir. Ya sonra? “Hiç…”

    YanıtlaSil