17 Mayıs 2011 Salı

Necati Cumalı - Susuz Yaz

3 yorum:

  1. Necati Cumalı’nın ‘Susuz Yaz’ adlı öykü kitabı on bir adet farklı öykülerden oluşmakta. Bu öyküler, sıkıcı ve yorucu bir anlatımdan tamamen uzak, son derece yalın ve akıcı bir dile sahip.
    Yazar, yurdum insanlarının (köylülerin) karakterlerini, yaşadıkları mekânları, İZMİR kıyılarını, olayları öylesine sindirmiş ki, öyküleri bizlere aktarırken kusursuz bir anlatışla karşılaşıyoruz. Ayrıca öykülerin hepsinin bizlere tanıdık geldiğini söylemek de yanlış olmaz. Yaşanlar hep aynı davalar ( kız kaçırma, büyümüş gence bıçak alma, su sorunları, çocuk tacizleri…)
    Öykülerin hemen hepsinin sonunun ölümle bitmesi içimi biraz daraltmadı değil. Ancak son öykü ‘Selim’i Anarım’ ile bu kötü sonlara kısacık da olsa bir son vermiş oldu yazar. Son öykü son noktayı koymuş oldu.
    Yaşanmışlıklardan öte öykü değerlendirmesi yaptığımda ise tabii ki yine en çok beğendiğim öykü Selim’i Anarım oldu. Bunun yanında ‘Aksinin Biri’, ‘Susuz Yaz’ ve ‘Yenilmeyen’(okurken yavrum Tülü kim tutar seni dedim ama sonunda öldü, üzüldüm) adlı öyküleri büyük keyifle okudum.

    YanıtlaSil
  2. Susuz Yaz

    Efendiler bu kitap düpedüz İzmir’de geçiyormuş. İyi olmuş okuduğumuz. Çok sevdiğim kentte bir dönem yaşanan acılar her öyküde yüreğimi dağladı. İçim acıdı, gönlüm daraldı kitabı okudukça. Canımın bu kadar sıkılmasının nedeni de zamanın geçip gitmesine karşılık Türkiye’de birçok şeyin aynı kalması galiba.
    Hep hüzünlü öyküler vardı Susuz Yaz’da. Hüzünlü ama çok güzel. Kısa da olsa uzun da olsa cana dokunan hikayelerdi bana kalırsa. Kitaba adını veren öykü, bencilliğin insanları içinden çıkılmaz durumlara ittiğini vurucu bir şekilde anlatıyor. İçinde öfke var, hırs var, hüzün var, en çok da çaresizlik var. Ben beğendim.
    Öç adlı öyküyü okuyunca şaşırdım. Yıllar önce ilk defa izlediğim ve şimdi de televizyonda ne zaman ve neresinden yakalarsam yakalayayım hiç sıkılmadan sonunu getirdiğim, sevdiğim bir filmiş meğer. Adı da TUTKU. Kenan Kalav(Şerif Ali) ve Hülya Avşar(Hacer)’ın oynadığı bu başyapıt, demek Necati Cumalı’nın eserinden sinemaya aktarılmış. Filmde öykününkinden farklı bir son düşünülmüş ama öyle de çok güzel. İzlemediyseniz ne yapın ne edin izleyin derim.
    Kitapta benim en sevdiğim öykü ise Aksinin Biri öyküsü. Geçmişten günümüze Türkiye’de işlerin nasıl yürüdüğüne dair bir saptama. Rüşvetin hangi kapıları açtığı, devletin memuruna verdiği yetki ve o yetkinin kullanımındaki aksaklık, zengin olanın her zaman her durumdan para ve ilişkileriyle sıyrılması; bunun yanında yoksulun her zaman zarar etmesi hikayede çok iyi işlenmiş. Aksinin Biri yanında Selim’i Anarım da kısa ve çarpıcı bir öykü olarak belleğime kazındı. Sizler de hangi öyküyü, neden diğerlerine göre daha çok beğendiğinizi yazarsanız, okuyanların kitap hakkında daha fazla bilgi edinmesini sağlayabiliriz.
    Her kitabı bir bütün olarak düşünmeyi seviyorum. O yüzden kitaptaki öyküler dışında kapağından da söz etmeden geçmeyeyim. Cumhuriyet Kitapları’nın diğer yayınlarında da kullandığı şablonunu zaten beğeniyorum. Kitaba özel olarak tasarlanmış görsel(susuzluktan kuruyup çatlayan toprak) de bana kalırsa çok şık.
    Kitap güzel bir kitap. İlk basıldığı zamandan bu güne neden hala okunuyor apaçık ortada.

    YanıtlaSil
  3. Kitabın yazarı Necati Cumalı, Florina (Yunanistan'da bulunan Güney Makedonya kasabası) doğumlu olmasına rağmen hayatının büyük bir kısmını İzmir, Urla'da geçirmiş.Yazarın bu eserinde de geçen mekanlara baktığımızda İzmir'in Seferihisar ve Urla ilçelerine ve civar köylerine ait gerçekçi gözlemlerini ve betimlemelerini bize aktardığını görmekteyiz. Bu nokta Cumalı'nın eseri için önemli ve belirleyici bir unsur. Hikayelerin geçtiği bu civarda biraz yaşamışsanız veya görme şansı elde etmişseniz, yazarın tasvirleriyle tablo gözünüzde canlanacaktır. Bahsedilen bu hikayeler kitap içerisinde 11 tanedir: Susuz Yaz, Öç, Yenimeyen, Dağlı ile Muharrem, Bıçak, Kaatil, Gülsüm Kıza Ağıt, Esma ile İsmail, Aktör, Aksinin Biri, Selim'i Anarım. Sade bir anlatım dili olan Cumalı’nın bu hikayeleri bize hiç uzak değil ve herbiri toplumdan birer kesit aslında.Bizden,içimizden hikayeler ve senelerce değişmeyen kaderler, ortak yazılar.(cinayetler, su davaları, çekişmeler, kavgalar, rüşvet olayları, öç almalar, kadına bakış...) Bu yüzden kitabı okurken anlatımından çok olayların konuları ve geçen mekanları üzerinde daha çok yoğunlaştığımı söyleyebilirim. İçlerinden en çok şu hikayeyi beğendim diyemiyorum, hepsi kendi içerisinde farklı bir konu ve bakış barındırıyor çünkü. Fakat örnek vermem gerekirse ‘’Kaatil’’ adlı hikayeden bahsedebilirim.Bir gencin yaşına göre yaşadıkları ve yalnızlığı; toplum tarafından üzerine sindirilmiş bakışlardan kurtulmanın yolunu işlemek zorunda kaldığı bir cinayette(bu kısım tartışma konusu olabilir) suçu tamamen üzerine alması ve küçük sayılabilecek bir yaşta özgürlüğünü demir parmaklıklar arkasında bulma ümidi, Cumalı’nın bu kitaptaki çarpıcı hikayelerinden biri sayılabilir. Bir avukatın da bu hikayedeki yeri ve diyaloğu, avukat olan Cumalı’dan birebir izler bile taşıyor olabilir kimbilir.
    Kitabın kapağı ilk izlenim için önemli bir unsur sayılabilir. Susuz Yaz’ın kapağına ilk baktığımda Talat gibi etkilendiğimi söyleyemem. Fakat kitabı okuduktan sonra altını çizdiğim betimlemelerden birini ''...kavrulan ovanın yüzüne atılmış eski ustura izi gibi..'' bu kapağın çok iyi ifade ettiğini düşünmekteyim.
    Son olarak şunu diyebilirim ki, 21. basımını okuduğum bu eser ve hikayelerinin konuları günümüzde de hala var ve ileride de devam etmesi muhtemel. Bu yüzdendir ki bu eser hala okunabilir niteliktedir ve bence çok ertelenmeden okunmalıdır diyebilirim.

    YanıtlaSil