14 Kasım 2010 Pazar

Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği


5 yorum:

  1. fotoğraf bambaşka olmuş...

    YanıtlaSil
  2. Bu sefer de ben diyeyim o zaman: "Yeni kitabımız hayırlı olsun".Umarım bu sefer yorum yazan daha çok olur...

    YanıtlaSil
  3. Dikkat ettiysen kitabı da hemen aldım!

    YanıtlaSil
  4. Çekoslovakya’nın Sovyet işgali sırasında (1968 yılında) geçen anlamsız tesadüfler sonucu hayatlarını birbirine bağlayan Tomas ve Tereza adlı karakterlerin, aşk hayatları üzerine gelişen durumları farklı bir bakış açısı ile karşımıza çıkarmıştır yazar.
    İnsanın iç sesini dinleyebilmesini, ruhunu görebilmesini, beden-ruh ilişkisini, cinselliğin derinlerine inilebilmesini verdiği örneklerle anlatımını güçlendirmiştir.
    Tereza’nın aynaya baktığı anlarda yüzünün çizgilerinden ruhunun sızıp çıktığını, annesine olan benzerliğinden kurtulmaya çalışmasını, mühendisle zevk için değil de bedensel olarak kurduğu ilişkiden, Tomas’ın da bir kadınla sevişmenin ve uyumanın aslında farklı hatta zıt kutuplar olduğunu söylemesinden çıkarımlarda bulunabiliriz.
    Genel olarak kitap bundan bahseder. Ancak kitabın Tereza ve Tomas’ın hayatından sürekli aynı şekilde bahsetmesinin beni zaman zaman sıktığını da söylemem gerekir.
    Yaratılış, varolma konusunda kitabı okurken düşüncelere dalıp geçmişe götüren bölüm ise benim oldukça ilgimi çekti. Yazarın varoluşla kesin uzlaşma olarak adlandırdığı; insanın varoluşunun mükemmel olduğunu kabul etme ve dünyanın eksiksiz olduğunu düşünme gibi kesin yargılara varan insanlardan bahsetmesi ve bunu boktan yola çıkarak anlatması hatta onu da Stalin’nin oğluyla başlayıp sürdürmesi sürükleyiciydi. Yazar bazı konulara değinirken bu anlatım biçiminden bir çok kez yararlanmış ve farklı bakış açılarına dikkatleri toplamıştır.
    Yazar bir çok kavram gibi ‘kitsch’e de değinmiş ve mükemmel derecede başarılı anlatımlar yapmıştır.’Kitsch alışılmamış bir durumdan yola çıkamaz; kişilerin belleklerine kazınmış oldukları temel imgelerden türemek zorundadır; hayırsız kız evlat, ihmal edilmiş baba, çayırlarda koşuşan çocuklar, ihanete uğramış vatan, ilk aşk.’
    Aşk konusu hakkında da bir çok kez yorumlarda bulunan yazar yada yazarın iç sesi yani karakterler her ne kadar ban aşk konusunu sıkıcı bulsam da Tomas’ın şu cümlesine burada ter vereceğim.’aşk çiftleşme arzusunda kendini duyuramaz, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur.
    Franz ve sabinanın hayatına değinirken uyguladığı yanlış anlaşılan sözcükler sözlüğü ise harikaydı. Hatta kitapta en sevdiğim bölüm diyebilirim.
    Kitap kurgusu da beni etkileyen bir özellikti. Yazarın zamanı karışık anlatması bir önceye bir sonraya dönmesi ama bunu akılları karıştırmadan başarması ve yerli yerinde tekrar eden cümleler anlatımı kuvvetlendirmiştir. Şu an aklıma gelen tek örnek ise ‘Tereza sazdan sepete konulup, nehir aşağı bırakılarak kendisine yollanmış bir çocuktu.’ cümlesi oldu.
    Söyleyeceklerimi yine kitaptan bir alıntı ile bitiriyorum.’ Sadece bir hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz yada kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz bu nedenle de ne istediğimizi bilemeyiz’…..’Einmal ist keinmal’ diyor Tomas kendi kendine. Sadece bir kere olan şey , diyor bir Alman özdeyişi, hiç olmamış sayılır. Yaşanacak bir tek hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabiliriz, fark etmez.’
    Ayrıca 1988 Philip Kaufman yapımı, başrollerini Daniel-Day Lewis ve Juliette Binoche’nin paylaştığı kitaptan esinlenerek yapılan filmi de izlemenizi tavsiye ederim. Bazı mimari mekanlar on numaraydı.

    YanıtlaSil
  5. Allah aşkına sizler bu kitabı rafta görseniz ‘elime alıp şöyle bir bakayım’ der misiniz? Bence bu kitap bir kitap evinin en ücra rafında saklanmalı. Sadece sorulduğu, istendiği zaman çıkartılmalı. Zira hayatım boyunca bu kadar çirkin bir kitap kapağı daha görmedim. Kitabı görür görmez okuma isteğim yerle bir oldu. Seçilen çirkin renkler kitaba ilk bakışta korsan kitap havası veriyor. Çok kötü bir yazı karakteri kullanılarak yazılmış yazar ve kitap ismi kapağın aceleye geldiği hissini uyandırıyor. Son olarak da kitabın özgün basımında kullanılan figürün adi kopyası dayanılması güç kapak kompozisyonunu tamamlıyor. Yazık!
    Gelelim kitaba. Her şeyden önce bu kitap küçük küçük parçalara bölünmese mümkün değil okuyamazdım. Yayın evi veya yazar (her kimse) bunu çok iyi biliyor ki nerdeyse iki sayfada bir, kitabı parça parça bölmüş. Anlayacağınız kitabı okurken çok sıkıldım. Kitap ne yazık ki hiçbir bölümünde sürükleyiciliği yakalayamadı. Belki bunu iddia da etmiyordu ama ben yine de bir köpeğin ölümünü sayfalarca okumak zorunda da değildim.
    Bunun yanında Milan Kundera benim bir türlü tanımlayamadığım birçok kavramı farklı benzetmelerden, örneklerden yola çıkarak aktarabilmiş. Bunlardan en etkileyicisi “GERÇEK YAŞAMAK”tı bana kalırsa. Franz’ın ve Sabina’nın gerçek yaşamaktan ne anladıklarını okuduktan sonra vardığım kanı; ikisinin karması bir anlayışın benim için ideal oluşuydu. Yalansız ama kendine has birtakım gizlerle yaşamak bence gerçek yaşamaktır. Tüm yalanlardan ve hoş görünme çabalarından kurtulup yaşamak…
    Ne zamandır hayalini kurduğum bir başka yaşam tarzı da yine kitapta bahsedilen “Es muss sein!” zorlaması olmadan üstleneceğim bir işi tamamlayıp eve dönmek ve bu işi aklımdan silip atarak yaşamaya devam etmek. Bunun özlemini muhtemelen öğrenci (hem de mimarlık) olduğum için çekiyorum. Mesleğimin ve öğrenciliğimin “Es muss sein!”i “kanımı bir vampir gibi emmiş” benim de.
    Ek olarak başlarda yazarın her fırsat bulduğunda Sovyetler Birliği’ne giydirmesi canımı sıksa da sonraları yazara hak verdim. Ne de olsa emperyalizmin kanlı yüzünü en iyi bilen uluslardan bir tanesiyiz, halden anlarız. Bizim ülkemiz de işgali en sıkıntılı biçimiyle yaşamış ve işgalin bıraktığı izleri bugün bile yüreğinde taşıyan bir ülkedir.
    Kendi açımdan baktığım zaman okunması için tavsiye etmeyeceğim bir kitap. Filmi de var zaten çok merak ediyorsanız izleyin geçin.

    YanıtlaSil